”Ben çocuklara inanıyorum.Bu yüzden umutluyum.Ben çocuklara inanıyorum.Bu yüzden de mutluyum!”

26 Ocak 2009 Pazartesi

ABARTMA VE UYDURMA(*)





Faiz CEBİROĞLU

Neden hep kendimizi, tarihimizi abartarak, "üstün­lüğümüzü" kanıtlamaya çalışıyoruz?

Biz, "uluslaşma aşamasına" geç başladığımız için mi bu kendini abartma savları oluştu?

Gerçekten, üzerinde durulması ve tartışılması gereken, önemli sorulardır.

Yalnız bu kadar mı? Hayır.

Bakıyorum, kendini, tarihini abartma ve uy-durma yanlılarına, son yıllarda, "dil abartmacıları” da katılmış durumda. Kendilerini, "yeni Türkçeci-ler" diye adlandıran bu kesim, "Türkçe'nin, diğer dillere göre üstünlüğünü" ispat etmekle meşgûl.

Bu, ilk kez olmuyor. Türkiye'de, bazen, böylesi 'eksantrik' sav sahibi kişiler, ara-sıra ortaya çıkıyor. Bu belki de 'cehaletle cüretin, zaman zaman birbirine karışmasından veya birbirinin yerini almasından' kaynaklanıyor.

Yıllar öncesinde savunulup, daha sonra terkedilen, "Güneş - dil teorisi" saçmalığını tekrar gündeme getirmenin, Türkçe diline ne faydası olacak?

Bu uydurma teori, biliniyor. Bilmeyenler için yazıyorum: Dünya'daki, her olguyu, her oluşumu, her şeyi, “Türk olmaya bağlama” teorisi. Bu bağlamda, dilimiz Türkçe de, diğer dilleri etkilemiş, aydınlatmıştır!

Biliniyor. Türk Dil Kurumu, yıllar yıllar öncesinde, bu "uydurma teoriyle" Türkçe'nin bir yere varamayacağını fark etti. Terketti. Hatta son derece ve haklı olarak ta, "bu uydurma görüşlerle" Türkçe dilini geliştiremeyiz" diye açıklamada bulunmuştu.

Herkes dilini sevmelidir.

Herkes dilini oluştuğu gibi, ama geliştirerek sevmelidir. Zira dil, toplumsal bir fenomen olarak, sürekli gelişir, değişir.

Herkes dilini sevmelidir ama dil sevgisi ayrı, dil abart­macılığı ayrıdır. Bunların birbirinin yerini almaması gerekiyor.

Ben Türkçeyi seviyorum. Türkçe, aynı zamanda, bir "dünya dili" olduğu için de, daha fazla seviyorum. Evet; Türkçe, bir dünya dilidir; içinde, Arapça, Farsça, Süryanice, Latince, Fransızca, İnglizce, Yunanca, Çince… gibi kelimeler var. Türkçenin %90'nı bu "ecnebi" denilen kelimelerden oluşuyor. Bana göre bu, Türkçe'nin bir "ayıbı" veya "fakirliği" değil, aksine zenginliğidir.

Bir ara, Türk Dil Kurumu, Türkçeyi, "ecnebi" kelime­lerden, nasıl "temizleriz" tartışmasını başlatmıştı. Buna yanıt, Orhan Hançerlioğlu'ndan gelmişti. Hançerlioğlu, haklı olarak:

"Türkçe'de, C, F, H, I, J, L, M, N, P, R, Ş, V, Z harfleriyle başlayan Türkçe kelime yoktur" dedi. Hangi kelimeleri arındıracağız, geriye bir şey kalmıyor, diye, tepkisini göstermişti. (Bakınız, Türk Dili Sözlüğü: Orhan Hançerlioğlu. Remzi Kitapevi. 618 sayfa. 2. hamur baskı. 1992).

Şimdi burada bir parentez açıp Hançerlioğlu'nun verdiği harflere dayanarak, bir kaç örnek vermek istiyorum. Haftanın günlerinden başlayalım:

Pazar, Pazar-tesi, Salı, Çarşamba, Perşembe: Farsçadır. Cuma/ Cumar-tesi: Arapçadır.

Aylara bir bakalım: Şubat: Süryanice. Mart: Latince. Haziran: Süryanice. Temmuz: Sümer veya İbranice. Ağustos: Latince. Eylül: Süryanice. Mayıs: Latince…

Şimdi burada, sayfalar dolusu örnekler vermek mümkün. Ama bu, hiçbir şeyi değiştirmez, biliyorum. Artık bu "ecnebi" dedikleri kelimeler, Türkçedir. Türkçeleşmiştir.

Zaten Türk Dil Kurumu, daha sonra, Türkçeyi bu "ecnebi" dedikleri kelimelerden "temizleme" fikrinden vazgeçmişti. Vazgeçmişti, zira geriye, bir şey kalmıyor.

Bunun böyle olması, yani Türkçenin, âdeta, bir "dünya dili" olması, dil adına, bir fakirlik değil, aksine, bir zenginliktir. Zira Türkçe budur. Bir enternasyonalist dildir. Artık bunu, tartışmamak gerekiyor.

Her insan, dilini sevmelidir ama herkes dilini, oluştuğu gibi, sevmelidir. Ben, Türkçeyi seviyorum, ama Türkçe'nin gelişmesi gerektiğini de söylüyorum.

Ama bu dil sevgisini abartarak, "bakın Türkçe, Arapça’dan veya başka bir dilden daha üstündür, o dilleri etkilemiştir" demek, kuşkusuz "dilbilimi" ciddiyetiyle pek bağdaşmaz. Türkçeye de, bir faydası olmaz. Olmuyor.

Her dil, tarihsel gelişim sürecinde; bir başka dile, kelime verir, alır. Bunlar ayrı şeylerdir. Ama "Güneş-dil teorisi" uydurmasıyla her olayı, Türkçe'ye bağlamak; ne bizi, ne de dilimizi bir yere götürür.

Eğer güzel Türk dilini, daha da "güzel" hale getirmek istiyorsak, aşağıdaki noktalar üzerine düşünmek, kafa yormak, daha yararlı olur, diye düşünüyorum. Nedir bu noktalar? Kısaca şu:

Bir: Türkçenin "yapısını" geliştirmek için çaba sarfetmek,

İki: Türkçeyi çok daha kavramlı hale getirmek,

Üç: Türkçeyi, yazım olarak da daha esnek ve daha şiirsel hale getirmek.

Düşüncem, kısaca, budur.

Artık, bu sözcük, "oyunlarından" vazgeçmenin zamanı geldiğini düşünüyorum.

Yaşadığımız dönem, abartma ve uydurma dönemi değil.

Zaman, abartma ve uydurmaları, ayırma zamanıdır.

Dikkat ederseniz, yazılarımda, hep dil sevgisinden bahsediyorum. Arapça, Türkçe ve Danca konuşuyor ve yazıyorum.

Ama Türkçeyi seviyorum. Daha çok Türkçe yazıyorum.

Türkçeyi sevmek, bu dili kullanan halkı da sevmek demektir.

Bunu da belirteyim.

------------

(*) Faiz Cebiroğlu: Pedagoji Yazıları(1), Eylemsel Yetke, Sayfa: 105, Eylül 2007, Alter Yayıncılık

Hiç yorum yok: