”Ben çocuklara inanıyorum.Bu yüzden umutluyum.Ben çocuklara inanıyorum.Bu yüzden de mutluyum!”

14 Mayıs 2009 Perşembe

DİLSEL KOMÜNİKASYON ÜZERİNE NOT


Faiz Cebiroğlu

Dilsel komünikasyon başlıklı bu notum, daha önceleri, dil üzerine yazmış olduğum yazıların devamı niteliğindedir. Bu notumda da çocuğun dilsel gelişimi; çocuğun komünikasyon ve konuşma yeteneği üzerinde, kısaca da olsa, düşüncelerimi sürdürmek istiyorum.

Soru şu: Çocuğun dilsel komünikasyon gelişiminden neyi anlıyoruz?

Yanıtım basittir ve açıktır: Dilsel gelişim, çocuğun anadili, dilin ses-ilişkisi, kelime hazinesi ve gramatiğidir. Dilsel gelişim budur. Kısaca budur.

Çocuklar, konuşma dillerinden çok önce, komünikasyona girerler. Yaklaşık olarak, ilk 2 yılın iletişim dili, vücut dili oluyor: vücut ve baş- hareketleri, göz kontağı, tebessüm v.s… Buna “dilsel bağlantı” devresi demek de mümkün. Bu “dilsel bağlantı” devresine, zamanla, konuşma sesleri: sesli / dilsel ifadeler ekleniyor: vücut dili, konuşma diliyle bütünleşiyor. Böylece dil, bütün yönleriyle gelişme aşamasına varıyor. Bu aşamanın da yönleri vardır. Bunlar kısaca şudur:

Bir: Dilin anlamı: Elde edilen izlenim, bilgi, fikir ve düşünceler.

İkincisi: Kendini ifade edebilme: yani; dili kullanma, kendini ifade etme. Kısacası, kavram, idrak, bilme ve tabir caiz ise, ”yargılama” yeteneği,.

Devam ediyorum. Ama devam etmeden önce bir parentez açıyorum.

Dilsel komünikasyon üzerine ileri sürdüğüm bu kısaca tezler, Türkiye’de, resmi dil Türkçe dışında, ikinci bir dil öğrenmek isteyen tüm çocuklar için de geçerli oluyor… Parentezi kapatmadan, önce, parentez içerisinde bir yeni parentez açıyorum: Resmi dil ile ikidilliliği birbirine karıştırmamak gerek. Bunu bir başka yazımda ele almak istiyorum. Şimdilik şunları söyleyebilirim: Bir ülkede, birden fazla resmi dil olabilir. Örnek olsun, Belçika’nın üç resmidili bulunmaktadır. Kezâ, İsviçre’nin üç, Finlandiya’nın iki resmidili vardır. Bu örnekler, Türkiye için de geçerlidir!

Parentezi kapatıyor ve devam ediyorum.

Dilsel komünikasyondan anladığım kısaca budur. Dil üzerine yazarken, belki dikkatinizi çekmiş, dilin, pedagojik, sosyal, psikolojik ve ülkelerin uluslaşma aşamalarına göre, dilin “resmi/gayri resmi” statüsü üzerinde duruyorum.

Bu bağlamda, dilsel komünikasyonun pedagojik yönünü ele alırsam, kısaca şu özelliklere dikkat çekilebilir:

Bir: Çocukların “konuşma” ve “görüşme” yetenekleri yükseltilmelidir.

İki: Çocukların konuşma ve görüşme yeteneği doğuştan başlar.

Üç: Pedagogla–çocuk; eğitim (mesleki) olarak eşit değiller ama her ikiside aynı değerde ve birbirlerini “tamamlayıcıdırlar.” Burada gelişim karşılıklıdır, böyledir.

Katılımcı, aktif yığın demokrasilerde, pedagojik olarak, çocuklara sürülen “dilsel komünikasyon şartları” kısaca, bunlardır. Bu şartlara, “gelişim şartları” demek de mümkün. Zaten dilsel komünikasyonun ana hedefi de budur; bu oluyor.

Amacımız; çocuğun gelişim aşamasına paralel olarak dilsel komünikasyonu en üst aşamaya yükseltmektir. Zira, dilsel komünikasyonun, birlikte yapmanın ve geleceği kurmanın da aracı oluyor. Unutulmamalıdır.

Hiç yorum yok: